Bu yazının amacı silahları tanıtmak, tarihsel gelişimini ve tekniklerini anlatmak değildir. Fakat silahların özelliklerine ve kullanıcının hedeflerine yüzeysel olarak değinmek gerekmektedir. Amaç, insanın kendi bencilliğine yenilip bir diğerini öldürmek için tasarladığı silahları başlıklarıyla göz önüne serip, insanın yeryüzündeki karanlık yüzünü ve onu kötü emellerine götüren bu araçlarını bütüncül bakışla hep bir arada görüp barış dini olan İslam’ın silahlanma ve savaşmayla ilgisini irdelemektir.
İnsanoğlunun tarih devirleri içerisinde ürettiği silahları etkisi, türü ve süreçleri bakımından aşağıdaki şekilde sınıflandırabiliriz:
1- İlkel silahlar
2- Ateşli hafif silahlar
3- Ateşli ağır silahlar
4- Nükleer silahlar
5- Kimyasal silahlar
6- Biyolojik silahlar
7- Elektromanyetik silahlar.
Bütün bunlara eşlik eden savaş uçakları, gemiler, helikopterler, İHA’lar; karadan, denizden ve uzaydan izleme, dinleme, gözetleme, casusluk, çeşitli bilgisayar yazılımları vb. gibi destek/lojistik imkanları da bu silahların yönlendirilmesi ve taşınması/aktarma gibi araçsal teknolojileri de bunların yanına koyabiliriz.
Silahların varlığı uygarlık öncesine kadar uzanmaktadır. Arkeoloji biliminin verileri insanoğlunun, Eski Taş devri öncesinden bu yana alet yapmaya başladığını göstermektedir. Bu aletlerin en başında gelen ise korunma ve beslenme için taş, kemik ve ağaçlardan silahların yapıldığıdır. Bu malzemelerden yapılan silahların amacı; vahşi hayvanlardan korunma ve yabani hayvanları avlamayla sınırlı olmalıdır. Bu ilkel silahların etkileri hedef alınan canlıyı ölümcül bir biçimde; ezerek, kemiklerini kırarak veya vücudunda delik ya da kesikler açarak önemli ölçüde kan akıtıp hareketsiz hale getirmek olmuştur. Maden/bakır çağına kadar geçen süreçte başlıca silahlar ve malzemeler bu etkilere sahip olagelmiştir.
Tarih öncesi çağlardan başlayıp bugüne kadar, barınma ve beslenme alanları (doğal kaynaklar) konusunda birbirleriyle anlaşmazlığa düşen insan toplulukları, ellerindeki silahların hedeflerini de çeşitlendirmeye başlamıştır. Yani insanlık, silahların yeni hedefi; anlaşmazlık ise savaş sanatı haline dönüşmüştür.
Antik çağın etnik toplulukları arasında süregelen ve dönemin ekonomik rekabeti olan tarım ya da av arazisi sahipliğinden kaynaklanan çatışmalarda, bakır madeninin işlenip kullanılmaya başlanması ile savaşların şiddeti ve yoğunluğu da artarak farklı bir boyut kazanmıştır. Eski çağlardan bu yana işgal ve yağmalamanın içine düşen insanlık, işlemeyi öğrendiği madenleri, gittikçe geliştirdiği yeni tekniklerle gelecek dönemlerin başlıca silah malzemesi haline getirecektir.
Bakır çağının ardından gelen İlkçağ uygarlığının uzun bir dönemi olan Tunç çağı ise başta Ortadoğu ve Akdeniz havzasına yayılan güçlü ve zengin krallıkları ortaya çıkarmıştır. Bakır ve kalay karışımından elde edilen tunç, zor işlenen bu madeni alaşımın pahalılığı sebebiyle bölgesel egemenlikler sağlayan işgalci ve yağmacı kralların tekeline geçen ve az bulunan savaş silahlarının yapımında en önemli bir araç haline gelmişti. Tunçtan yapılan atlı araba ve ilkel silahlar MÖ. binlerce yıllık devirde on binlerce insanın kanını akıtıp canını alan madeni silah olmuştu...
Demir çağının başlamasıyla insanlığın kaderi baştan sona yeni bir döneme girmiş oldu. Her yerde bulunan, kolayca şekil verilen bu sert ve ucuz metal; zirai araçların yenilenmesiyle insanlığı tarım ve fetihler dönemine taşımış oldu. Demirin ucuz ve kolayca işlenip yapılan yeni aletlerle iktidarları tarımsal üretime bağlı toprak sahipleri; rahipler, krallar, soylular artık daha fazla ürüne sahip olacak; küçük ordularını demir silahlarla donatıp büyütecek ve daha fazlasını besleme imkanlarına kavuşacaktı. Tarımsal üretimdeki artışla birlikte nüfus artışını da getiren bu yeni maden; daha çok savaş daha çok toprak demekti. Böylece dünya artık, demir silahların ya da demir yumruklu çok sayıdaki kralların yönettiği bir gezegene dönüşmüştü…
Günümüze gelinceye kadar teknolojik gelişmeleri ilk kendisi kullanan silah sanayi, artık önü alınamaz biçimde bir siyaset unsuru; uluslararası politik baskı ve bütün canlıların hayatını tehdit eden araçlara dönüşüyordu…
Şimdi bu ölüm makinelerinin hedef ve etkilerini özetleyerek gözden geçirelim.
1- İlkel silahlar:
Bunlar antik çağ ve öncesinden gelen silahlardır; balta, bıçak, kılıç, mızrak, ok gibilerini örnek olarak sayabiliriz. Başlıca özellikleri ezici, kırıcı, delici ve kesici etkiye sahip olmalarıdır.
Birinci grupta yer alan ilkel silahlar, yüz yüze kullanılan silahlardır. Kılıç, ok ve mızrak gibi İlkçağ’ın metal silahlarının yakın hedefe ve hasıma yönelik saldırı araçlarından olması o dönemin savaş sanatını güç ve cesarete dayalı bir konsepte bağlamıştı. At ve kılıcın, topluluktan ziyade bireye yani tekil olana karşı kullanılan saldırı araçları olması, dönemin savaşlarını er meydanına dönüştürüp sivil ve barışçıl olanı (eğer istenirse) bu ölümcül amacın dışında tutabilmekteydi…
Siviller (çocuklar, kadınlar, hastalar, yaşlılar ve tarafsızlar) bu savaş konseptinden, yani amaçsız olanın dışında kalabilmekteydi. Akıllı ve insaflı olan askeri güçler ve siyasiler ellerindeki silahların hedef kontrolünü yapma imkanına sahiptiler. Ayrıca siviller kaçarak, saklanarak ya da barışçıl davranarak kendilerini koruma şansına sahip olabilirlerdi. Buna rağmen İlkçağ’da az denilebilecek dünya nüfusundan yüz binlerce masum sivil insanın, istilacı ve yağmacı savaşçıların ölüm makineleriyle can verdiği tahmin edilmektedir…
Evet ne yazık ki, İlkçağ ve sonraki tüm çağlarda, acımasız kralların ya da prenslerin toprak ve yağmacılık hesapları uğruna siviller, savaşan tarafların tehdit ve kalkanı olarak arada kalma çaresizliğine mahkum olmuşlardır.
2- Ateşli hafif silahlar:
Bu çeşit silahların tarihçesi M.S. 1200’lü yılların ortalarına kadar uzanmaktadır. İlk olarak Çin’de yapılan ateşli silahlar; başta ok, ardından gülle atan 1350’lerden sonra mermiye dönüşen bir süreçle günümüze kadar gelen silahlardır. Barutun yanıcı tepkimesiyle oluşturulan itici basınçla namluya yerleştirilen mermi çekirdeğini yüksek hızla hedefe gönderip, hedefi etkisiz hale getirme, yani öldürmeye yönelik saldırı silahıdır. Ateşli silahların icat edilip geliştirilmesiyle birlikte askeri yapılanma ve savaş yöntemlerinde önemli değişikler ortaya çıkmıştır. Artık sivil toplum ve tarafsız bireyler de amaçsız bir hedef haline gelmeye başlamıştır.
Ateşli silahların ilk örnekleri tabanca ve tüfektir. Bunlardan tabanca, yakın mesafede kullanılan silahlardan olup icadından başlayıp yeni modelleriyle geleceğe doğru uzanan çok büyük bir tehdit ve ölüm makinesi haline getirilmiştir. Savaş silahı olmaktan çok gasp, soygun, uyuşturucu satışı, suikast ve terör gibi suçların temel aracına dönüşmüştür. Maliyeti ve taşınmasındaki kolaylığı ile halen insanlık için en büyük bireysel tehdit araçlarının başında gelmektedir. Tüfekler ise askeri amaçlı üretilen başlıca silahlardan olmuştur. İcadından bu yana en çok insan öldürme unvanına sahiptir desek yanılmayız. Tüfekler ve tabancalar, darbeci diktatörlerin oluşturduğu hem paramiliter yapılanmalara hem de mafya gruplarına hizmet etmiş; suç sabıkası en yüksek ateşli silahlardandır.
3- Ateşli ağır silahlar:
Ortaçağ boyunca tarım toplumlarının kurdukları krallıklar, imparatorluklar ve ardından sanayi toplumlarının da kullandığı, hedeftekiler için ölümcül ve tahripkar olan bu silahlara; top, tank, roket ve füzelerle atılan patlayıcıları vb. örnekleyebiliriz. Orduların etkili bir biçimde kullandığı bu silahlarla yapılan saldırı ve savaşlarda şimdiye kadar milyonlarca asker öldürülmüş; 1. ve 2. Dünya Savaşlarında ve Müslüman halkların işgal edilen ülkelerinde havadan, karadan ve denizden kullanılan büyük toplar, roketler ve uçaklardan atılan yüksek tahrip gücüne sahip bombalarla modern çağın başında yüzlerce kent yerle bir edilip yine milyonlarca sivil de acımasızca katledilmiştir.
Geçtiğimiz yüzyıl boyunca ve günümüzde istilacı savaş prensleri, işgal ve yağmalama yöntemlerini değiştirmişlerdir. Yeni konseptleri, “sivil algıda güvesizlik ve kaygı” oluşturmak olmuştur. Kurdukları yerel terör organizasyonları aracılığıyla bombalar ve tahrip gücü yüksek çeşitli patlayıcılar kullanarak dünya üzerinde on binlerce sivili katledip, militer güçleri ve ölüm makinesi teçhizatlarını siviller için vazgeçilmez bir sığınağa dönüştürerek bu konsepti alternatifsiz kılmışlardır…
4- Nükleer silahlar:
Nükleer reaksiyon ve nükleer fisyonun birlikte kullanılmasıyla ya da çok daha kuvvetli bir füzyonla elde edilen, çok büyük tahrip gücüne sahip patlayıcıdır. Diğer patlayıcılardan farklı olarak hedefe daha fazla zarar vermek için kullanılır. Tek bir bomba, bir kenti ya da bir bölgedeki canlı, cansız ne varsa hepsini yok edecek güçtedir.
Nükleer bomba, tarihte İlk defa ABD tarafından atom bombası şeklinde üretildi ve 6 Ağustos 1945'te Japonya’nın şehirlerinden önce Hiroşima’ya üç gün sonra da Nagasaki'ye atıldı. Bu iki atom bombalarında patlayıcı olarak birinde uranyum, diğerinde ise plütonyum elementi kullanıldı. Japonya’da yüz yirmi binden fazla insanı öldüren, yüz binlercesini de yaralı ve sakat bırakan atom bombasının ardından; hidrojen atomunun parçalanmasıyla hidrojen bombası, sonrada kobalt ve nötron bombası üretildi. Günümüzün bu toplu sivil imha silahları Batı medeniyetinin, yüzyıllardır sürdürdüğü istilacı ve saldırgan yüzünün kanıtı olarak dünyaya miras kaldı… Şimdi başta Batılı ülkeler olmak üzere dünyada 50.000 nükleer başlıklı patlayıcının bulunduğu; çıkabilecek bir dünya savaşında, insanlarla birlikte gezegenimizdeki tüm canlılığın da yok olabileceği nükleer felakete ramak kalmıştır.
Bu vahşet silahına imza atan bilim insanları, bunları üreten asker ve politikacılar, antik çağdan bu yana dünyadaki canlı türünün en tehlikelisi ve en acımasızı olduklarını böylece kanıtlamış oldular.
Nükleer bombalar bireysel ve askeri hedefler için imal edilmemiştir. Bütün insan ve canlı türlerini; bitki, hayvan, mantar, bakteri ayırmadan ve etkisi onlarca yıl süren radyoaktif serpintisiyle doğacak olan nesillere de saldıran akıl ve vicdan dışı bir silah olmuştur…
5- Kimyasal silahlar:
Bu savaş ve saldırı kimyasalları, ajanlar terimi ile özetlenir. BM’nin bir raporunda; “İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler üzerine doğrudan toksik etkileri nedeni ile kullanılan her türlü katı, sıvı, gaz halindeki kimyasal maddeler.” denmiştir. Bilim insanlarının sınıflandırmasına göre bunlar; a) Sinir gazları, b) Yakıcı gazlar, c) Akciğer irritanları, d) Kan zehirleri, e) Kapasite bozucular, f) Bitki öldürücü ajanlar olarak geçmektedir.
Bu ajanların başlıca özellikleri solunum, sindirim, kan dolaşımı ve sinir sitemlerinde; yani tüm metabolizmada ölümcül tahribata yol açmalarıdır. Yukarıda gruplandırılmış isimlerinden de anlaşılacağı gibi bu silahlar, canlıyı gözle görülür bir acı içinde öldürecek olan çeşitli kimyasallardan seçilerek hazırlanıp savaş ajanlarına dönüştürülmüştür. Bu ajanların etkisini bilen ve önlemini alacak olan ise ancak askerlerdir; her türlü maske, kıyafet ve yalıtım koşullarına onlar sahiptirler.
Bu ajanların da yine hedef kitlesi korumasızdır sivillerdir; dünyada saldırı silahı olarak ordular tarafından sivil halka karşı kullanıldığı örnekleriyle bilinmektedir. Ayrıca biber gazı ve göz yaşartıcı bombalar da yine siviller için hazırlanmış ve dünya üzerinde yaygın olarak kullanılan kimyasallardandır. Evet bu saldırı amaçlı ajanlar, doğal halde bulunan zararsız kimyasalların savaş ve terör baronları tarafından bilim insanlarına hazırlatılıp, özel saldırı ve taşıyıcı araçlarına yerleştirilip, stoklanmış olarak başta Batılı istilacıların silah depolarında, militer terör saldırılara hazırlanmış olan paralı müşteriler için bekletilmektedir…
Akıl ve vicdan sahiplerine soralım: Bu kimyasallarla yapılan bir saldırılardan acaba hangi canlı korunabilir; su göletindeki bir balık mı, havada uçan bir güvercin mi, yoksa süt içen bir bebek mi?
6- Biyolojik Silahlar:
Bu silahlar da yine tüm canlılar üzerinde; hastalık ve ölümcül etkiler yaratmak için kullanılan bakteriler, virüsler, riketsialar, mantarlar, klamidya gibi bulaşıcı ajanları içermektedir. Bu unsurlar da kendi literatüründe ajan olarak geçmektedir. Toksin ve zehirler de eklenince yapılacak saldırının hedef kapsamı oldukça genişler. Sebep oldukları hastalıklar ve etkilerini örnekleyecek olursak bu silahların ne derece vahim ve ürkütücü olduğunu görürüz. Bunların başlıcaları: Çiçek hastalığı, Veba, Şarbon, Chimera virüsleri, Ebola virüsü, Tularemi bakterisi, Botulinum toksin, Rise blast mantarı, Sığır vebası, Nipah virüsü gibi ajanların canlı metabolizması üzerine yerleşip beslendikleri ve çeşitli ölümcül hastalıklara yol açtıkları bir tecrübedir. Ayrıca bu silahlar, özellikle de toksinler ani ölümlere yol açtığı için suikastlarda sıkça başvurulan ajanlar olmuştur.
Bu ajanların yol açtığı hastalıkların nasıl ve hangi yoldan salgın haline geldikleri hiçbir zaman anlaşılamamaktadır. Geciktirilmiş kuluçka periyoduyla uygun ortama atılan ajanlar, gizli olarak gelişir ve ortaya doğal olarak çıktığı sanılır. Daha önce ülkemizde olmayan ve KKK Ateşli Hastalığına yol açan kene türünün son 10 yılda ortaya çıkmış olması düşündürücüdür. Hiçbir resmi kurum, bu ajanların uluslararası politik tehdit amaçlı olarak kullanılamayacağını söyleyememiştir. Batı ülkelerinde ve İsrail’de biyolojik silahların yüksek miktarlarda stoklandığı bilinmektedir.
Görüldüğü gibi bu silah türünün de hedef kitlesi siviller yani masum insanlardır. Bu ajanlar hiçbir askeri, sivil hedeflerin ayrımını yapacak durumda da değildir. Kullanıldığı alan veya bölgede haftalar, aylar ve yılar boyunca kalabilen biyolojik ajanlar vardır. Kaldı ki, salgın hastalıkların etkisine ilk giren kitle, öncelikli olarak bebekler ve çocuklar olmaktadır…
Bu ajanları laboratuar ortamında üreten, yapısını değiştiren, güçlendiren ve insanlar arasına yayan kimlerdir? Neden yapmaktadırlar? İlaç firmaları mı, silah endüstrisi mi, yoksa dünyayı yöneten karanlık prenslerin locaları mı?
7- Elektro manyetik silahlar:
Bu silah türünün yeni yeni geliştirildiği söylenmekle beraber geçtiğimiz yüzyılda birden çok çeşidinin sınandığı bilinmektedir. ABD’nin 1960’larda yaptığı nükleer denemede kısa süreliğine radyo istasyonlarını susturan gama ışınlarının etkisinden yola çıkan silah baronları; bu etkeni de istilacı ve yağmacı politikalarını sürdürmeyi sağlayan, insanlığı tehdit eden silahlar listesine eklemişlerdir.
Elektromanyetik enerjiyi kullanarak, elektronik sistemleri etkisiz hale getiren bu teknoloji, ileri düzeyde geliştirilmiş elektronik askeri tesisleri hedefleyen ve savunma amaçlı gibi gösterilmeye çalışılır. Halbuki birçok sivil hava araçlarının elektronik sistemlerini veya radar bağlantılarını bozarak o hava aracını düşürmek ve yönlendirmek de bu sistemle pekala mümkündür. Yine elektromanyetik dalga şoklarıyla insan beyni ve sinir sistemi üzerinde tahribata yol açmak da askeri amaç ve deneylerin içerisinde yer almaktadır.
Ayrıca dünyanın her yerinde masum insanları katlederek, siviller üzerinde korku ve güvensizlik oluşturan paramiliter saldırıların; tahrip gücü yüksek plastik patlayıcı ve bombaları patlatan düzeneklerin, uzaktan kumandalı elektromanyetik alet sinyalleriyle gerçekleştirildiğini de unutmayalım. Elektronik güvenlik sistemlerini geçici olarak durduran jammer aygıtı ile soygun, casusluk ve suikastlar yapıldığı da gözlemlenmiştir.
Diğer taraftan savaş ve terör localarının bu alanda; manyetizma, lazer ve ultraviyole ışınları, E-bombalar, elektromanyetik güdümlü mermiler, elektronik yazılımlar gibi farklı silahlar üzerinde gizli çalışmalar sürdürdükleri bilinmektedir.
Sonuçta insanın bir yüzü güvenlik, ticaret ve hukuk söylemleriyle dünyada dolaşırken; öbür yüzü, yeryüzündeki her çeşit gücü silaha çevirme, bu silahları pazarlamak için savaş ve terör eylemleri planlama peşinde koşmaktadır.
İnsanlığı, dün ve bugün olduğu gibi gelecekte daha büyük acılar beklemektedir… Nüfusları gittikçe artan dünya kentlerini; ne yazık ki, çok büyük, çok etkili ve de çok ölümcül vahşet silahları kuşatmıştır…
Modern (istilacı savaşçı prensler); silah baronları, liberal tüccarlar ve siyasi gücünü bunların kapitallerinden sağlayan politikacılar, binlerce yılın saldırgan savaşçı ruhuyla yetişen askerler ve onların ölüm makineleri insanlığı işgal etmiş durumdalar. Kurdukları gizli yapılanmalarla; dünya toplumlarının içlerine yaydıkları casuslarıyla insanları her türlü dinsel, etnik, politik kışkırtma ve provokasyonlarla çatışmaya hazır hale getirmişlerdir. Bu karanlık prenslerin kurdukları ya da besledikleri ulusal medya yapılanmaları da onlar için çalışmakta, kara propagandalarla insanların zihnini dezenformasyona uğratmaktalar. Hatta bu casusluk ve terör faaliyetlerini, ulusal kurumlara yerleşerek özel harp yöntemleriyle yasal olarak yürütürler ki, böylece iktidarın nimetlerini nihilist ve anarşist benliklerine mal etmiş olsunlar…
Şimdi sorun bakalım vicdanınıza:
Hangi merhamet sahibi bu silahları üretir?
Hangi erdemli tüccar bu silahları satar?
Hangi adaletli ordu bu silahları kullanır?
Silahlar, savaşlar ve bunların önlenemez tehdidi ancak vicdan ve akıl gücüyle durdurulabilir. Akıl ve vicdanı besleyen kaynak ise barıştan geçer; İslam, barış demektir. Evet yüce dinimiz İslam, insan vicdanından kaynaklanan barışı oluşturan üç temel insani duyguyu ortaya çıkaran, besleyen ve yaşatan tek dindir. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu üç temel evrensel olgu; merhamet, adalet ve erdemdir ve ancak insanlığı doğru yola götürecek olan da bunlardır…