Hz. DAVUD ve “Koyun Devrimi”
(Hz. Davud ve 99 Dişi Koyun -2-)
MÖ. 1020’lerde ayrı kabileler/vassallıklar halindeki İsrailoğullarının Kral Talut’la başlayan siyasi birliği, “Kuzey İsrail Krallığının” kuruluşu ve yükselişi Hz. Davud’la devam eder. Ardından Kudüs ele geçirilip başkent yapılır. Bu sürecin anlaşılması için, coğrafi ve siyasi ortamla ilgili şu özet bilgilere değinelim. İsrail Krallığı, batısında; kıyı bölgelerinde Fenikelilerin yaşadığı Akdeniz, doğusunda Lübnan Dağları ve kuzeyinde Suriye dağlık bölgesi bulunan geniş düzlüklerdeki imarlı kentlerden oluşuyordu. Tarihte Antik Filistinliler diye bilinen ve MÖ. 2000’lerde Akdeniz’den gelip Lübnan Dağlarına yerleşmiş olan halklarla birlikte, Suriye’ye doğru uzanan dağlık kesimlerde yaşayan; bölgenin kadim, en önemli halkı olan Amurrular ise ekonomik ve siyasal olarak çökmüş haldeydi. Yine aynı bölgede Sami halklarından; Kuzey Arapları, Aramiler, İbraniler ve Kenaniler olmak üzere, istikrarlı yönetimlerden yoksun birçok kavim, güçlenen İsrail Krallığı egemenliğine açık haldeydi. Kur’an-ı Kerim, dağlık/kırsal bölgelerde yaşayan ve çoğu hayvancılıkla uğraşan bu karışık halkları topluca “Dağlar” diye adlandırmaktadır. (Bugün ülkemizde; hem bir denize hem de kıyısında yaşayan halkımıza verdiğimiz ismin benzeri; Karadenizli, Egeli gibi.) İsrailoğulları ise daha çok kent merkezlerinde ticaretle uğraşan, askeri ve siyasal güç odağı haline gelmiş seçkin topluluklar olarak bulunuyordu…
Hz. Davud (as), İsrail Kralı Talut’un komutasındaki az bir kuvvetle Antik Filistinlilerle giriştikleri savaşta; güçlü bir orduya sahip Calut’u öldürmesiyle (Kur’an bunu cinayet değil; yeryüzünün saldırgan-katil fesatçılardan temizlenmesi olarak tanımlar.) Dağlar’ın kontrolü İsrail Krallığına geçmiş ve onu bölgenin tek hâkimi yapmıştı. Bu zaferden sonra Hz. Davud, büyük olasılıkla Kral Talut’un (diplomasiden ve ordudan sorumlu) danışmanı olmuş (Eller sahibi; iktidar araçları, siyasi yetkiler. Bk. Sâd S. 17), geçen yıllar içerisinde siyasal birikim ve hukuk bilgisi de artmıştır. (Bakara S. 251, Sâd S. 20)
Uygarlığın gelişim sürecinde; siyasal ve ekonomik dönüşümlerin yaşandığı tarih devirlerinin en önemlisi olarak “Demir Çağı” kabul edilir. İnsanlığın MÖ 10.000’ler veya daha öncesinden taşıdığı (eski çağlardaki) birikimlerini aktardığı bu çağa, MÖ 1200-1000’lerde Hititler öncülüğünde demirin ergitilip verimli şekilde kullanılmaya başlanmasıyla geçilmişti. Demiri işlemenin uygarlık dönüşümlerine etkisi nedeniyle bu devreye “demir çağı” adı verilmiştir. Silah ve tarım aletleri (sanayi) üretiminde demirin yaygın olarak kullanılmaya başlanması Hz Davud dönemine rastlar. Bu da bölgesel ekonomik, askeri ve siyasi güç olma konusunda Hz. Davud ve İsrail Krallığı lehine önemli katkılar sağlamıştır. (Bkz. Sebe S. 10-11, Enbiya S. 80)
Yine onun bu iktidar danışmanlığı/siyaset yıllarında, İsrail Krallığının sınırları ve gücü epeyce artmış; Doğu Akdeniz kıyısındaki Fenike ülkesi, fethedilen Filistin toprakları (Dağlar) ve halkları İsrail Krallığına dahil olmuştur. Asur ve Mısır istilasına karşı; eskiden beri bölgede (Bkz. MÖ. 1274 Kadeş Savaşı) ticari, siyasi ve güçlü askeri etkisi olan Büyük Hitit Krallığının ardılları olan (Kuşlar) küçük “Geç Hitit Krallıkları; Karkamış, Tabal, Milid, Kıbrıs vd.” ile ticari ve askeri savunma, “işbirliği anlaşmaları” yapılmıştır. (Kuşlar: Büyük olasılıkla bunlar, Geç Hitit krallıklarına ait anlaşmalı askerlerdir. Mısır ve Asur ordularına karşı Hz. Davud’un emrinde, “çift başlı kartal sancağıyla” bölgede bulunuyorlardı. Günümüzdeki BM, NATO askerleri gibi). Burada Hz. Davud’un; İsrailoğulları, Filistin halklarından (Dağlar) ve Hititlerin (Kuşlar) askerlerinden oluşturulmuş büyük karma orduların komutasında olduğu ihtimalini de göz ardı edemeyiz. Hz. Davud, risalet göreviyle başta ülkesinin halkını; hem diğer toplulukları Allah’a inanmaya ve ibadete yönlendirmiş hem de sabah-akşam (içtimasında verdiği eğitimle) bu birlikleri her açıdan denetleyip idare etmiştir. (Sâd S. 18-19, Enbiya S. 79).
“Koyun olayının” bu tarihsel dönüşüm çağında yaşanması bir tesadüf olmasa gerektir. Yeni bin yılın başlarında yaşanan bu devrimle “demir çağına” geçişin son halkası da tamamlanmış olur. Kur’an’ı Kerim’in bu dönemde demiri, iktidarın siyasetin (mülk) ve askeri gücün (silah) bir aracı olarak betimlemesi; dişi koyunu, iktisadi bir değişimin/devrim kavramına aktararak kullanması; ekonomi ve siyasi bilimler açısından dikkate değerdir…
İhtilalcilerin onu “kendi mihrabında” (hususi evinde) bulmasına bakarak; Hz. Davud’un iktidara veya siyasetteki fiili katılımına Talut’un ölümüyle ara verdiğini düşünebiliriz. Bir antik gelenek olarak Talut’un yerine (halef olan) oğlunun geçmesiyle bu yeni kral, Hz. Davud’u “danışmanlıktan” uzaklaştırmıştır da diyebiliriz. Mihrabındaki sükûnetinden yola çıkarak Hz. Davud’un görevinden/saraydan çekilip, yalnızca zikir ve halkı irşat işlerine döndüğünü de iddia edebiliriz. Diğer taraftan, “Antik-kapitalist Yahudi tüccarlar” zengin sınıftan olmayan birinin iktidarda olmasını, yağma düzenleri açısından belki de riskli görmüş olabilirler. (Bkz. Bakara S. 257). Hz. Davud’un kraliyet işlerinden çekilmesinin bir başka nedeni de; her yönüyle tanıdığı bu yeni yetme kralın, riyaset ve adaletten (devlet adamlığından) yoksunluğunu iyi bilmesindendir. Nitekim 5-10 yıl içerisinde ülkede “koyun isyanının” patlak vermesi, bir nebinin ferasetinden kaçmamış olması gerçeğiyle açıklanabilir…
Koyun Devrimi
Sad suresi 21-23. ayetlerde geçen tüccarların/halkın durumu ve Hz. Davud’a naklettikleri 99 koyun olayı ile ortaya konan tabloda, ülkedeki ekonomik hayatın çökmüş olduğu açıkça belirtilmektedir. Bu tablo, ülkedeki sosyal ve siyasi birliği de bozmuş olabileceğinin göstergesiydi demiştik. Büyük olasılıkla MÖ 1000’li yılların sonuna doğru İsrail Krallığında dalga dalga yayılan bir ayaklanma, “eyyamcı kralı” tahttan indirmiş; isyancıları doğruca Hz. Davud’a getirmişti. Bu isyan; bir kralı tahttan indirdiği, yönetimi ve iktisadi düzeni/yasaları değiştirdiği için bir devrim niteliği kazanmıştır…
İhtilalcilerin ayaklarının tozu, isyanın gürültü ve patırtısıyla Hz. Davud’a koşturmalarının iki önemli sebebi vardır. Birincisi, ihtilalciler Hz. Davud’un ihtilale bakışını ve eski düzen konusundaki fikrini almak istemişlerdir. İkincisi ise önceden bildikleri ve adaletine güvendikleri en uygun aday o (nübüvvet sahibi ve iktidar yetisi/siyaset bilgisi) olduğu için ayrıldığı eski idareciliğine, kral olarak dönüp dönmeyeceği tavrını öğrenmektir. İkinci durumu yazının birinci bölümünde ele almıştık. “Devrimin ruhunu anlama” açısından diğer nedenin de irdelenmesi gerekir…
İhtilalciler bir koşul olarak; önce “ülkedeki zulme son verecek adil yasalar getirilmesini” isteyip (22. ayette), sonra ülkedeki bu (zulümlere) ticari haksızlıklara (23. ayette) konu edilen olaya nasıl bir politik çözüm (adil düzen) getireceğini bizzat Hz. Davud’dan duymak isterler. Amaçları işi garantiye almaktır. Başta, “Ülkenin içinde olduğu ve çoğumuzun ezildiği bu sömürü ve yağma düzenine son verecek adil bir düzen istiyoruz! Sen, hem nebi ve güçlü siyasi kişiliğinle hem de kahramanımız olarak adayımızsın, bu yüzden sana geldik.” Sonra da dişi koyun örneklemesiyle “İşte halka zulmedip, sorun çıkartan; ticari haklara tecavüz eden düzen bu! Haksızlığı giderecek yasalar getirip, bizi adaletle yöneteceksen krallık senindir.” demişlerdir. Eğer bunun tersini yapmış olsalardı; o zaman Hz. Davud’un o sırada kral olduğunu ya da devrimcilerin her halükarda onun krallığına razı olduklarını düşünecektik. Ama ihtilalciler önce adaletli yasalar istediklerini, sonra da yeni iktidarın/yeni düzenin nasıl olacağını sormuşlardır. Bu da ihtilalcilerin Davud’u koşullu kral yapmak istediklerinin belirtisidir. Sözcüler, halkın devrime verdiği destekle kararlı ve tavizsizdir; en azından ezilen taraf öyledir...
Birinci sebepte ihtilalcilerin, Davud’un iktidar fikrini anlamaya çalıştıklarını belirtmiştik. Bu varsayım, 21. ayette geçen “Hz. Davud’un isyancıların gürültüsünden irkilmesi” durumunda saklıdır. Her siyasal devrimde olduğu gibi bu devrimin de haklı nedenleri; “başlangıcı, olgunlaşması ve sonuca varması” gibi yılları kapsayan süreçleri olmuştur. Bu süreci izleyen Hz. Davud; kraliyete yakın olduğundan, kendisinin de ihtilalcilerin hedefinde olabileceğini düşünmüş de olabilir. Aklında ve gönlünde iktidar isteği olmayan birisine, ihtilalcilerin baskın vermesi her halde hayra alamet sayılmaz. Bu ihtimale göre Hz. Davud’un irkilmesi gayet doğaldır…
Fakat Hz. Davud’un korkusu daha önemli bir şey olmalıdır. Acaba onu, devrimin kapıya dayanması, kendisine kadar ulaştığını görmek mi endişelendirmiştir?
Ortada, zalim/beceriksiz kralı deviren ve adaleti arayan cesur ihtilalciler varken; krallığı/iktidarı hiç düşünmeyen bir insan için her halde (Kral Talut’a) halef olmak büyük bir fitneyi/sıkıntıyı da beraberinde getirecektir. İşte bir peygamberi endişelendiren “fitne/imtihan” bu olmalıdır…
Evet, “dişi koyunlar olayı” Hz. Davud’u krallığa götürmektedir. Bunun çetin bir imtihan olduğunu, Allah’a karşı nübüvvet görevi içindeyken adaletten sapma korkusu, onda imtihan edildiği/sınandığı düşüncesini oluşturmuştur. 24-26. ayetlerin çevirilerini okuduğumuzda; Hz. Davud’un kendisinin Allah tarafından imtihan edildiğini zannetmesi (fitne/çetin bir sıkıntı içerisine gireceğini düşünmesi) işte bu krallık teklifi sebebiyle olmalıdır. Yahut ihtilalcilerin önce Davud’un iktisadi politikasının ne olacağını soruşturması; onu krallık politikasıyla ilgili (devrik kralın izinden gidip gitmeyeceği, ya da onun yandaşı olup olmadığının) denendiği zannına sevk etmiş de olabilir. Her iki durumda da Hz. Davud, istemeden tahta oturmayı bir fitne (imtihan/sıkıntı) olarak düşünmüş veya zannetmiş olmalıdır…
Yazının birinci bölümünde, Sad suresi 21. ayetin ihtilalin/devrimin ruhunu özetlediğini belirtmiştik. Şayet Hz. Davud önceden kral olmuş olsaydı; bu siyasi darbenin öncülerini ve galeyan içindeki halkı, daha başta kraliyet askerleri karşılayacaktı. Oysa ayette geçen, ihtilalcilerin önündeki tek engel “evin dış duvardır.” Büyük gürültü ve taşkınlık içinde olan kalabalık, muhtemel bahçe kapılardan sığmayan ihtilalciler; bahçe duvarlarını gürültüyle aşıp, adil kralı bir an önce tahta oturtmak istemiş olmalıdır. Yine aralarında, zengin tüccarları ve yoksul çobanları ayrı ayrı temsil eden sözcülerin olması, devrimin organizeli olduğu ve köklü bir süreçten geçtiğini gösterir. Muhtemelen, devrik kralla birlikte umutlarını yitirmiş olan antik-kapitalistler de; yeni iktidara hoş gözükmek ve eldeki parsayı korumak için devrimin son perdesine dahil olmuşlardır…
22. ayette Hz Davud, mihrabına (özel mülküne) gelen sözcüleri; adaletli kral/yönetici olmasını (her iki tarafı da gözeten; fasl’el hıtâbi/faslı hitap) isteyen ve kendisini krallığa seçtiklerinin beyanı olarak anlamıştır. 23. ayette söz edilen konuyu iyice dinleyen (bilen) Hz. Davud; kendisinden beklenen adil hüküm (yönetsel düşüncesini) cevabını 24. ayette açıklamıştır…
Bir Peygamberin Antik-kapitalizme Müdahalesi…
İktidara asla talip olmayan, fakat yapılan bir devrim ve halkın (tercihi) isteğiyle kendisini krallıkta bulan Hz. Davud; iktidarı kendisi için bir “imtihan/fitne” olarak görür. Çünkü iktidar, “halkın hukuku için Hakka karşı sorumludur.” Yönetim sırasında; olumsuz ve adaletsiz her durumun sorumlusu artık kendisidir. Bir peygamber için iktidar/krallık, herhalde yeryüzündeki en zor iş olmalıydı…
Bütün toplumları ayakta tutan birincil güç; doğru ve adil yapılanmış bir ekonomik sistemdir. Küçük tüccarın; işçilerin/memurların ve çiftçilerin emeğinin korunması için, ticari piyasaya ve sermayenin haksız rekabet gücüne/hareketlerine karşı önleyici müdahaleler gerekmektedir. Bunlar da adil yasalarla sağlanır. Bunu sağlayan araç ise iktidardır. Siyasal toplumu/iktidarı güçlü kılan ise; izlediği “adil ekonomik yapılanma” ve güvenliği sağlamadaki başarısıdır. Biri (toplum) diğerine siyasi destek; diğeri ise (iktidar) halka adil yasalarla destek vererek, adına işbirliği de denen “devlet” organizasyonu ancak gerçekleşecektir. Böylece toplum ve siyasal çevre dengesi kurulmuş olacaktır. Bu ilkeden hareketle Hz. Davud, kendi halkı ve ülkesine bu “araçsal sistemi” en adil bir şekilde yerleştirmelidir. Çardağına (mihrabına) yığılan devrimcilere vereceği cevaplar tatmin edici ve beklentileri karşılamalıdır…
Buradan söz konusu Kur’an ayetlerinin bilinen eksik meallerinden farklı, bağlam/kontekst ilişkili Türkçe çevirisini yapabiliriz. Aşağıdaki ayetler, Hz. Davud’un halkıyla arasında geçen önemli/tarihsel görüşmesini aktarır.
Sâd Suresi;
24: Onun, senin dişi koyununu (% 1’lik sermayeni) kendi dişi koyunlarına (%99’luk sermayesine) katması (piyasanın tamamını ele geçirmesi) senin hakkına büyük tecavüzdür. Ortaklardan (ticari şirketlerin/piyasanın) çoğunun birbirlerine yaptığı bu hak gaspı (monopolcü; tekelci sermaye) büyük zulümdür. Yalnızca ahiret gününe iman edenler (merhamet ve adaletli olanlar başkalarının hukukuna saygı gösterir) ve erdemli çalışanlar (bu haksızlığın) dışındadır. Ne yazık ki bu durumda olanların sayısı çok azdır. Davud (krallığı nübüvvete tercihle) sınandığını zannederek (krallığı kabul ettiğinden dolayı/İlahi görevi ihmal korkusuyla) Rabbinden af dileyip yerlere kapandı. Sonra (kabullendiği görevde halkın derdi için) eğilip, Hakka yöneldi.
25: Böylece af istediğinde (her konuda) ona bağışlayıcı olduk. İşte gerçek de şu ki; onun (kaygılandığı şeyler zaten kusur değildi) katımızda oldukça yüksek bir makamı vardır; o makam ne kadar güzel bir (kabul) dönüş yeridir.
24 ve 25. ayetlerden şunlar anlaşılmaktadır.
İhtilalcilerin ısrarcı beklentilerine boyun eğen Hz. Davud; bu görevi halkın hukukunu korumak ve ülkede adaleti sağlamak amacıyla onlara saygı gösterip, teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır. Sonrasında da; adalet ve merhametten sapma korkusu Hz. Davud’u Allah’tan mağfiret/af dilemeye götürmüş olmalı. Yönetsel (yasa koyma ve hukuku gözetme) işlerden dolayı düşebileceği hatalar için Yüce Allah’tan hep af isteyip bütün işlerinde ona (duaya) yöneldi.
Hz. Davud’un Allah’tan af/bağışlanma istemesinin altında başka bir neden daha olabilir. Talut’un ardından idari işlerden/kraliyetten çekilmesiyle meydanı boş bulan yeni kral ve kentli Yahudi antik tüccarların, kırsalda yaşayan (Dağlar) çobanlar aleyhine; ülkeyi ekonomik ve siyasi kargaşaya/çöküşe sürüklemiş olmalarıdır. Böyleyse bu durumda bir nebi olan Hz. Davud; olanlardan kendisini sorumlu tutmuş ve Allah’tan af dileme düşüncesine gitmiş olması da mümkündür…
Ve Hz. Davud; krallığın/iktidarın gücüyle kibirlenmeden, hukuk karşısında onlarla birlikte (rükû edip/eğilerek) halkla beraber oldu. Onların derdiyle dertlenip tutuştu; hak için halka hürmet gösterdi. Ancak bu şekilde görevini layıkıyla başarabilirdi. Halkın beklediği adalet karşısında, hep yerlere (Allah’a) kapanarak her iktidar için lazım olan merhameti sağlamış olmalı. Toplumlar, ancak adil yasalarla yönetilirler ise küçük yanlışları ve eksikleri görmezden gelebilir. İktidarın sağladığı genel memnuniyet; halkı her devirde huzur sükûnete kavuşturur…
Yine bu ayetlerde şunu da okuyoruz, Hz. Davud (as) adil bir kral olarak halkın nazarında; bir nebi olarak da Allah katında güzel bir makama ulaşmıştır. Krallığının veya ömrünün sonunda, oğlu Hz. Süleyman’a ve sonraki çağlara örnek olacak bir adalet devleti bırakmıştır…
Yüce Allah sonraki ayette, iktidara getirilen Hz. Davud’a; onu kral yapanın halk olduğu, onların arasında adaletle hükmetmesini, halkın hak ve özgürlüklerini korumasını ister. Yine Kur’an, “Hz. Davud’un adalet iktidarı” üzerinden tüm (zamanların) iktidarlarını “adalet ve liyakat” ilkesine bağlayıp, “Allah yolundan” ayrılan yöneticileri sert bir şekilde uyarmıştır. Halkın, Kur’an’ın bu uyarısına sığınarak; “zalim rejim ve yağmacı iktidarları devrimle değiştirmeleri” mesajı ise kıyamete kadar kalıcıdır…
Sâd Suresi;
26: Ey Davud! Gerçekten, seni bulunduğun topraklara halife (yaşadığın ülkeye siyasi bir lider; kral) yaptık. Artık insanlar arasında dosdoğru hüküm ver ve (ülkeyi adil yasalarla) yönet. Heva ve hevesine (kişisel tutku ve arzularına, çıkarcıların istediği haksız düzenlerine) uyma; yoksa Allah’ın dosdoğru yolundan (halkın hak ve desteğinden uzaklaştırır) saptırırlar. (İktidarda olanlar iyice bilsinler!) Hesap gününü umursamayıp (unutup ta) Allah yolundan (hak ve adaletten) uzaklaşanların göreceği karşılık; kesinlikle çok şiddetli bir (devrim ve) azaptır.
Bu 26. ayetten de daha iyi anlaşıldığı gibi Hz. Davud, “koyun devrimiyle” krallığa getirilmiştir. Ayetteki “seni halife yaptık” fiili halk adına söylenmiştir. Belki de tarihte halkın isteğiyle (sivil seçimle/tercihen) iktidara getirilen ilk yönetici Hz. Davud’dur…
Bütün bunların ardından MÖ 1000’li yıllarda; küçük tüccarların, köylülerin ve çobanların yaptığı bu ihtilalin adına “koyun devrimi” desek yeridir. Bu devrim belki de antik çağ (insanlığın) yoksullarının, sermayeye (prekapitalizme) karşı yaptığı ilk devrimdir. Ama Hz Davut ve Hz. Süleyman Krallığının; peygamberler tarihinde devlet yönetimi ve adil iktidara model olma açısından ilk olduğu ise tartışılmaz bir gerçektir. Bu gerçeğin ayrıntıları Yüce kitabımız Kur’an’ın diğer surelerinde de anlatılan “Davud ve Süleyman kıssalarıyla” pekiştirilmektedir. Günümüzde doğal kaynakları ve piyasayı gasp etmiş; yağmacı ve sömürgeci “liberal kapitalist tüccarlara ve yine tefeci finans kapitalin (kartellerin) ele geçirdiği iktidarlarına karşı, devrimci bir mücadele vermek, “Hz. Davud Adaleti” istemek her Müslüman’ın hakkıdır…
Kazım Bayar/06.09.2012
Kaynakça:
1- Kur’an’ı Kerim
2- İktisat Tarihi (Prof. Dr. Tevfik GÜRAN, İstanbul; 1999)
3- Siyasal Düşünceler Tarihi (Alâeddin ŞENEL, Bilim ve Sanat Yay. Ankara; 2008)
4- Ekonomi Sözlüğü (Erhan ARDA, Alfa Bas. Yay. İstanbul; 2002)
5- Hitit Kralı IV. TUDHALİYA (İlknur TAŞ, Arkeoloji ve Sanat Yay. İstanbul; 2008)
6- Amurru Göçleri ve Amurruların Eski Ön Asya Tarihindeki Rolleri (Dr. Cemil Bülbül- http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/1575/17086.pdf)