Sayfalar

22 Temmuz 2012 Pazar



EVLİLİK ve ÇOĞALMA

Başbakanımızın yeni evlenen çiftlere hitaben, “En az üç çocuk yapmanızı istiyorum!” sözünü duymayan kalmadı. İnsan, haliyle bu talebin nedenleri üzerinde düşünmeden geçemiyor…
Doğum ve ölüm parantezinde yaşıyoruz. İnsanın kaçınılmaz başı ve sonu. İyi kötü, güzel çirkin, zengin yoksul gibi birçok karşıtlıklar da hep bu parantez içinde olup bitiyor.
Yaratıcı iradenin takdir ettiği gibi kadın ve erkeğin evlilikleri sonucunda doğum olayı gerçekleşiyor. Bu sebeple “nüfus etmeni” üzerinde talepkar durumdaysanız, evlilik konusunu en başından zikretmelisiniz.  Fakat her nedense Başbakan evlilikten hiç söz etmiyor, talebini evli ya da yeni evlenen çiftler üzerinden yürütüyor.
Müslüman bir toplumdan, “en az üç çocuk” istemenin iki ayrı anlamı/etkisi vardır. Birincisi kapitalistlere (ekonomik büyüme için) ucuz iş gücü ve pazar genişlemesi sağlamak; ikincisi dinsel bir talep söyleminde bulunmak. Başbakan hem “İmam Hatip” mezunu hem de “iktisat” okumuş! Acaba bunlardan hangisinin sözcüsü?
Bu konuda, biz Müslüman toplumların iki temel bilgi referansımız vardır. Bu kaynaklardan, içeriğinde “evlilik talimatı” geçen birer örnek seçerek çoğalma/nüfus artışı konusuna başlayalım.
Birincisi Kur’an-ı Kerim’den, “İçinizden, zenginlere bağımlı ve muhtaç olan; bekâr erdemlileri birbirleriyle evlendirin…” (Nur Suresi: 32).
İkincisi, Hadis-i Şerif olarak çok bilinen şu rivayet: Ma’kıl İbnu Yesar (ra.) anlatıyor; “Resulullah (as.)’a bir adam gelerek: ‘Ben asaletli ve güzel bir kadın buldum. Ancak kısırdır, çocuk doğurmuyor. Onunla evleneyim mi?’ diye sordu. Resulullah: ‘Hayır evlenme!’ buyurdular. Sonra adam ikinci sefer geldi, yine aynı cevabı aldı. Adam üçüncü sefer de gelince: ‘(Ey insanlar!) Vedud (çok seven) ve velud (çok doğuran) olanla evlenin. Zira (kıyamet gününde) diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim.’ buyurdular.” [Ebu Davud/Nikah, 4 (2050); Nesai/Nikah, 11 (6, 65-66) ] Ya da bu hadis, son bölümüyle; “Evlenin, çoğalın. Kıyamet gününde ben, sizin çokluğunuzla övüneceğim.”  şeklinde daha yaygın bilinen bir lafızdır.
Bunlardan birincisi olan Kur’an ayeti; Müslümanlar tarafından yeterince irdelenmemiştir ve yaşam içindeki olağan evliliklerdir diye algılanır. Diğeri, Peygamberimize (a.s.) ait olduğu söylenen hadisle(!) birlikte kayıtlı başlıca iki İslami yönergedir. Söz konusu Kur’an ayeti, bireysel ve toplumsal (biyolojik ve sosyolojik) bir ihtiyacın giderilmesine karşı, ekonomik ve siyasal yetkeyi/otoriteyi sorumlu tutup, evliliği dünyevileştirirken; söz de “hadis bildiğimiz” lafız ise evliliği uhrevileştirip dindarlaştırmaktadır. Ayrıca bu söz de hadisin(!) içeriği, kadın hakları açısından baştan sona sorunludur. İlk bölümünde incelenmesi gereken; “erkeğin evliliğe ve boşanmaya tek taraflı karar vermesi,  çok eşlilik, eş seçiminde kadının tercih hakkı vs.” gibi konuların hadis adı altında, din alimi tarafından(!) biçimlendirilerek dindarın zihninde yerini alması apayrı/başlı başına bir sorunudur ki; bu konular şimdilik yazımız dışında kalmaktadır.
Bu iki referansın evliliği teşvik eden söylemlerinin yanı sıra, şimdi bir de politik olanı ile yüzleştik. Son zamanlarda, evlilik değil ama bununla doğrudan ilişkili “çoğalma” (resmî olarak “üreme”) hususunda üçüncü bir yönerge de Sayın Tayyip Erdoğan’dan duyuyoruz demiştik. Başbakanımız, evlilikleri değil ama doğumu teşvik edip durmakta… Gördüğüne söylüyor, görmediğine ısmarlıyor. Tabi evli olanlara… “En az üç çocuk isterim haa, Türkiye’ye genç nüfus lazım!” demek kolayına geliyor. Ama “İçimizdeki bekâr garibanları evlendirelim.” demiyor! Niye? Çünkü zor iş, sormazlar mı adama; “Ev lazım, eş lazım, iş lazım nerede bunlar?”
Müslüman toplumları yüzyıllarca, doğumla ilgili modern anlayıştan farklılaştıran en belirgin tutum, yukarıdaki hadis metni olmuştur. Bu dinsel motivasyon; Müslüman toplumları, doğum kontrolü (caiz olanı da) yapmak bir yana, bilakis yerleşik “kaderci” bir doğurganlığa dönüştürmüştür. Çoğu 5’ten az olmayan 8, hatta 9’a kadar varan çocukla tam bir doğum makinesine dönüşen zavallı “Anadolu kadınının” (analarımızın); erkek egemen kültür sayesinde “karnından sıpası, sırtından sopası” hiç eksik kalmamıştır…  
Kur’an-ı Kerim’in “içinizdeki bekârları evlendirin” ayeti, Yüce yaratanın (evrensel) varlık düzeni içindeki takdiri ve buna bağlı olarak canlılığın doğal sürecinde karşımıza çıkan bir olgusudur. Kur’an-ı Kerim; yerleşik sosyal (toplum-birey ilişkilerindeki) davranışları ve buna ait olan hukuku biçimlendirmeyi, toplumsal işbirliğini (devlet örgütü düzeyinde) başarmış sivil toplumlara “sosyal yardımı” kurumsallaştırma yönergesi olarak bu ayeti önümüze getirmektedir.
Ayetteki “bekarları evlendirin” emri ilahisi; hukuk ve ahlak değerleriyle çevrelenmiş toplumu, temel birimi olan “aile” kavramına bağlamış bir talimattır.
Bu talimat, kutsal olanla fiili durumun örtüşmesidir. Evlilik, bütün insan topluluklarında törensel bir uygulamayla kutsal/kabul edilmiştir. Adına “aile” denilen, mutluluk ve memnuniyet verici bir sonucu ortaya çıkartır. Bunun aksi ise “gayri meşruluk” yani dini terminolojideki adıyla zinadır. Bu hukuksuzluk; bireysel istismar, soyda belirsizlik, psikolojik travma, çocuk hakları vb. birçok bireysel ve sosyal bunalımların bizzat üretim kaynağıdır. 
Ayrıca insanlığı evlilik olgusuna götüren temel içerik, diğer canlılardaki gibi fıtri (doğuştan) olarak vardır. Tüm canlıların (kendi türü içinde) evlilik davranışı gösterecek, psikolojik ve biyolojik dürtüler (duygusal ve hormonsal), itkilere sahip olarak doğdukları zaten ortadadır. Yine psikolojik olarak “soy”un, biyolojik olarak da “tür”ün devamı için üreme zorunludur. Bu yüzden evlilik ihtiyacı/isteği, teşvik edilecek bir durum olmaktan çıkıp elzem/zorunlu hale gelir. İnsanlarda eksik olan, ekonomik ve sosyal imkânlardır. Kur’an ayetindeki “evlendirin” lafzı, işte bu imkânları sağlayan ve hukuki sonuca bağlayan biyolojik ve psikolojik faydayı istemektedir. Eğer canlı (insan) kendisini bu eyleme götürecek dürtülere sahip değilse teşvik de anlamsızdır. Yaşamanın devamı ve kuralı; beslenme, barınma, üreme, korunma gibi temel ihtiyaçların giderilmesidir. Yani şöyle ki; “nefes alın, yiyip-için, beslenin yoksa ölürsünüz” diye bir teşvik, bir emir ya da dinsel bir talimat cümlesi ne kadar ironiyse; “evlenin, çoğalın” da o kadar benzer/abes ve alaycı bir durumdur. Tabi ki, psikolojik, kültürel ve hukuki sapmanın olmadığı bir toplumda…
Evlilik kavramına değindiği için seçtiğimiz bu Kur’an ayeti evlilikteki, bireysel ve toplumsal “temel ihtiyaçların giderilmesi yöntemini” göstermekte; hukuksal, toplumsal (ahlaki) ve ekonomik bir yapılanmayı talimatlandırmaktadır. Çoğalma ve cinsel ihtiyacın “evlilik” meşruiyeti/yasallığı ile giderilmesini istemektedir. Kısaca bu ayet; bekârları zinadan (gayri meşruluktan) koruma hususunda, topluma sorumlusunuz demektedir.
Referanslardan hadis diye bilinen lafzın son cümlesine tekrar dönersek, burada kullanılan “çoğalma” kavramı doğumun; “kıyamet” ise ölümün sonuçlarındandır. Cümledeki, “kıyamet günü” sahnesini, söylemin kastı/amacı olarak bırakıp; dünya ile ilgili yönünü ele almak istiyoruz. Yani bu yönergenin parçalarından birinin sonuçlarını irdeleyelim: “Evlenin, çoğalın.” Buradaki çoğalma, dünya nüfusunun az olduğu İlkçağ ve Ortaçağ toplumları için iki önemli gereklilik içerirdi; 1- Ekonomik güç, 2- Askeri güç. Tarıma ya da fetihe (ganimete) dayalı ekonomiler için asal değişken, nüfus olmaktaydı. Toplumların ya da yöneticilerin nüfus artışı talepleri çoğunlukla; siyaseti besleyen bir politik, ekonomik ve askeri güç oluşturma amaçlıydı.  Bu ihtiyaç ve talepleri, “hadis” denilen cümlede açıktan görmüyoruz. Yukarıda üremeyi ve cinselliği, yaşamsal ihtiyaçlar arasına koymuştuk. Bu gerçek, Müslüman toplumları; evlilik baskısı altındaki bekar gençleri zinadan korumak için “sosyal ve ekonomik yardım” gibi uygulamaların sonucuna götürür. Lakin Peygamber’e atfedilen bu söylemde, böyle bir sonuca da gidilmemektedir. İş böyleyken bunun tam karşıtı bir başka cümle, hadis diye zihinlere yerleşmiş; “zor durumdaki bekârlara ‘oruç tavsiyesi’ gelmektedir.” Ayrıca 8-10 karıyı(!) birlikte alan ve bir düzine çocuk doğurtan(!) ataerkil Arap’ın “evlenin” talimatına hiç ihtiyacı olmadığı gibi; (bilinen -yanlış meallerin- okumanın aksine) Kur’an’ın evlilik sayısını, azalan sıralamayla bire (tek eşe) düşürdüğünü okumaktayız. Ancak şu düşünülebilir; nikâhsızlığa (hukuksuzluğa) karşın, Kur’an (Nur-32) ayetindeki gibi hadisteki “evlilik” lafzı ile “nikâh” mı kastedilmektedir? Ancak lafzın bağlandığı sonuç uhrevidir. Demek ki, bu hadisin bekârlığa/cinsel ihtiyaca karşı bir çözüm olarak evliliği teşvik ettiğini düşünmek pek de mümkün gözükmüyor.
İrdelediğimiz “hadiste” çoğalması istenen nüfus, dinsel içerikli bir taleptir. Yani Müslüman çokluk;  peygambere (kendisine) iman eden bir “çokluk” istenmektedir. Çünkü bu çokluk onu ancak, “ahiret gününde” memnun edecektir. Ayrıca yine son cümlede, peygamberler arası “çokluk-sayısal ümmet rekabeti” ironisi de ayrı bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyleyse bugün 1,5 milyar denilen Müslüman nüfusumuzun, (varsayılan) 3 milyarlık Hıristiyan nüfusunu geçmesi için ha bire doğurmalı mıyız? Hıristiyan Batı, Siyah Afrika’yı, Uzakdoğu’yu ve Yeni Dünya’yı sömürgecilik için, sözde İseviliği bir araç olarak yayarken; Müslümanlar “ümmet sayısını” (velud) kadınlarla mı halledecek? Yahut da evli olanlara karşın ciddi sayıda bekar genç dururken, evli erkekler birden fazla kadınla onlarca çocuk sahibi mi olacak? Devam edersek, yine söz konusu “hadis” denilen cümlede geçen çoğalma beklentisinde; dünyadaki iktisadi, askeri ve politik bir güce kavuşmaktan söz edilmiyor. Peki, bu “kıyamet” için çoğalma, İslam’a davet yoluyla değil de neden “Müslüman kadının sınırsız doğurganlığıyla” pekiştirilmeye çalışılmaktadır? Zengin-yoksul ayrımı da yapmayan bu hadis(!) Müslüman erkek ruhunda/inancında, çoğalmayı vazgeçilemez bir tabu haline getirmiştir. Böylelikle kaderleri(!) yoksulluk olan; doğuştan bir ilenç (aç-açık, aşağılanmış; sosyo-ekonomik ve psikolojik bunalımlar) halinde kıvranan çok çocuklu milyonlarca aile (alt sınıf katmanları) ortaya çıkmıştır. Akla gelebilir ki, “evliliğin hikmetleri” vardır ve başka hadislerde de dillendirilmiştir. Zaten dindar, kavrayamadığı olguları bu “hikmet” sözüyle geçiştirme alışkanlığı kazanan kimsedir. Burada konuyu, güncelimizle örtüşen ve ortak bilincimizde oluşturulan “evliliğin, doğurganlık ve niceliksel sonucuyla doğrudan ilgili, kültürel/dinsel miras cümlemizden” yola çıkarak irdeleme yapmaktayız. Yalnızca dindarın/ayrıcalıklı bir grubun anladığı(!) gizli/hikmetli bir söylem mi var, yoksa bu hadis uydurma mıdır? Uydurma ise o halde bu “sözün” arkasında; maymun iştahlı, çok evliliğe hadis yoluyla kapı açan (kadın düşkünü) zengin dindarlar mı vardır bilemiyoruz…
Gündemdeki çoğalmaya gelirsek.
Başbakanın söylemi göreli/rölatiftir. Toplumumuzun (ortak) değerlerindeki sorunlu dinsel algıyı basamak yaparak, “püriten kapitalizmin” tesiri altında bu retoriği yapıyor. Toplumların kaderinin önüne geçmemek gerekiyor. Bulunduğu iktidarın ve ömrünün elbet bir gün biteceğini düşünerek konuşması en doğrusudur.  Artırmaya çalıştığı genç ve dinamik nüfus kimin içindir?
Yaşlı Avrupa’ya iş gücü mü?
Yerli kapitalist (Dindar-Kemalist) sermayeye pazar mı?
Yoksa ülkenin doğal kaynaklarından hakça/adil pay alan toplum için mi?
Evet, bana göre konformizm düşkünü kapitalizmin isteği olan nüfus artışı; yani çoğalma şu demektir;
Daha fazla tüketim, daha büyük pazar…
Daha fazla emek, daha fazla sömürü...
Daha fazla dindar, daha fazla oy…
Araştırma sonuçlarına göre gelişmemiş/fakir ülkelerdeki çocuk doğurma oranı, gelişmiş/zengin (Kuzey) ülkelerine göre çok yüksektir. Ülkemizde de durum aynıdır. Doğu bölgelerimizde ve yoksul ailelerde doğurganlık oranı ve genç nüfus daha fazladır.
Kuzey ülkelerinde doğum (genç nüfus) artış oranı durma noktasına gelmiştir. Aslında Batılı zengin toplumların bu genç nüfus sorunu, Kur’an’da geçen “evlilik” konusuyla yani “nikâhla” ilgilidir.
Batı’daki “nikâhsızlık” postmodern anlayışın (ahlaksızlığın) getirdiği bir yaşam biçimi olmuştur. Bu durum; günübirlik temaslar, birlikte yaşama ve sapık cinsel (tür ve cinsiyet dışı) ilişkilere karşı bir önlem olarak doğum kontrolü ve kürtaja dayalı; yaygın cinsel davranış bozukluğu şeklinde ortaya çıkmıştır.
Ruhu/duyguları anarşist, aklı/düşünceleri nihilist Batı gençliği; bu hayat tarzı ile böylece gelecekteki genç nüfusu/artışını bitirmeye yetmiştir. Buna karşın, çok çocuk doğurmayı kader veya dinsel bir görev olarak bilen, dünyanın ¾’ünü oluşturan yoksul/sömürülen kesiminde ise doğurganlık artışı devam etmektedir.  
Günümüzde Kuzey/zengin ülkelerin yaşlanan nüfusu; başta ekonomideki üretim-tüketim dengelerini, sonra da sosyo-psikolojik yapılarını bozmaya başlamıştır. Yoksul ülkelerde ise artan genç nüfus, bu geçimsizlik/gelir düşüklüğü yüzünden bozulmayı tersinden yaşamaktadır.  (Asya, G. Amerika ve Afrika’da milyonlarca kadın, yoksulluk sebebiyle fuhuş batağına düşmektedir.)
Hâlbuki Yaratıcı iradenin “Dünya” için belirlediği “doğal üreme” (ekosistem) mükemmel bir şekildedir. Yani dünyanın normal sosyo-ekonomik yaşama ve üreme koşulları içerisinde her birey, bir veya iki çocuk sahibi olursa (fazlası da olabilir) bu durum insanoğlunun “dünya yaş medyanını” olumlamaktadır. Günümüzde evliliklerin geciktirilmediği (20 yaşlarında gerçekleştirildiği) bir süreçte, insanın (ekosistemde) dünya genelindeki yaş ortancası (medyanı) genelde “25-30” aralığında olmaktadır. Bu aralık ne çok genç ne de çok yaşlıdır. İnsan türü için en verimli, en dinamik yaş olması açısından ideal bir aralıktır. Bu ortancayı şu basit sıralamayla bulabiliriz:  Bugün,  tür olarak ömrümüzü 67 yıl kabul edelim. Bu 67 yıl içerisinde (kadın veya erkek, fark etmez) şu dört kuşağı birlikte yaşarken görebiliriz: 1- Bebek (yaş-01), 2- Çocuk (yaş-03), 3- Genç anne (yaş-24), 4- Genç baba (yaş-26), 5- Yetişkin anne (yaş-45), 6- Yetişkin baba (yaş-47), 7- Büyükanne (yaş-67) olan bir “geniş aile” örneğini ele alalım. Bu 7 bireyin yaş ortancası/medyanı 26 olmaktadır. Lakin Yaratıcı düzenle çatışmaya giren (başta Batı felsefesi) insanoğlu, evlilik olayında kendi sapmasıyla bölgesel veya küresel nüfus (yaş) dengesini yine kendisi bozmaktadır.
Doğal çoğalmanın denge ve sürecinin bozulması, toplumların ya ahlaki -felsefi- ya da ekonomik ve siyasi bozulmalarıyla olmaktadır. Yani bu bozulma/fesat; ahlaksızlık, savaşlar ve baskıcı sömürü/yağmacı düzenler yüzündendir…
M.Ö. 10.000’li yıllarda dünya nüfusunun 5-10 milyon civarlarında olduğu varsayılırken; 1750’de 750 milyonu aştığı; 1950 yılında 2,5 milyara ulaştığı görüldü. 1998 yılında 6 milyar olan dünya nüfusu, 30 Ekim 2011 tarihi itibariyle 7 milyar oldu. Son 13 yıldaki 1 milyarlık artışın, önümüzdeki 10 yılda gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Bilim insanları, 2021 yılında dünya nüfusunun 8 milyar olacağını şimdiden öngörmekteler. Yapılan tahminlere göre içinde olduğumuz bu yüzyılda nüfus artış hızının düşeceği; 2050'de 9-10 milyar, sonraki yarısında yani 2100'lerde ise 11-12 milyara ulaşacağı; kentleşmenin (nüfusun şehirlerde) yoğunlaşmasıyla birlikte bu yıllarda, dünyadaki nüfusun artış eğiliminden çıkıp durağan bir seyir izleyeceği düşünülmektedir.
Durum böyleyken insanlığı bekleyen önemli konular ve karşılaşacağı sorunlar nelerdir?
Sorun nüfusun artışı değildir. Sorun, yaş/ortanca dengesizliğinin yanı sıra; gelir dağılımı, insan hakları ve korunması; doğal kaynakların hak sahipleri arasında adilane paylaşılması sorunudur…
Siyasal toplum/iktidarlar; bu sınırsız iletişim çağında, zengin sınıflarla birlikte yaşayıp da refah (ekonomik yaşam) düzeyi düşük olan kesimin, ebeveyn ve çocukları üzerindeki; psikolojik ve sosyal davranış bozukluklarını nasıl gidereceklerini düşünmelidir. Büyüyen çocuk ve gençlerin, çağın iletişim teknikleriyle nasıl yozlaştırıldıkları, büyük bir pazara dönüştürüldükleri; iş, aş ve eş bulma derdindeyken, kaotik siyasi olayların toz dumanında boğuldukları görmezden gelinmemelidir.
Ne oldu, şu geçen 90 yılın Türkiye’sinde; 6’şar 7’şer kardeş olarak doğan çocuklara? Yoksulluğun utancı ve ezikliği içinde büyüdüler. Kimi, sermayenin beslediği darbecilerin işkencehanelerinde veya faili meçhullerince öldürüldüler. Kimisi kalifiyesiz işsizler ordusunu kurdular; kimileri de açgözlü patronların mengenelerinde sıkılıp, bilinçsiz (kişiliksiz) posalara dönüştüler…
Çoğalmayı hangi amaçla istediğinizi açmalısınız. Ülkemizde hükümet, memurunun 4 çocuğunu adamdan(!) sayıyor. 6 yaşa kadar 30 TL., 18 yaşa kadar ise her çocuk için 13 TL. aylık maaşta ek ödeme yapıyor.  Artık bu ironik rakamdaki paralar, bir memurun 4 çocuğunun hangi yarasına ilaç olur bilinmez…
Nüfusu gittikçe azalan Rusya’nın başbakanı Putin duymuş ki, “genç nüfus; gelecek için, ekonomik güç için çok önemli” imiş. Hemen teşvik paketiyle (sıradan halka) her ebeveyne üçüncü çocuk için 7000 Ruble (240 dolar)  vaat eder olmuş…
Yıllardır militan demokrasinin ve faşist-Kemalist zihniyetteki medyasının Anadolu halkının tüm değerlerini (iktisat, hukuk, eğitim, din vb.) nasıl tahrip ettiğini ve umutsuzlaştırdığını göz ardı edemezsiniz…
Artık doğurarak soy(lu)laşanın yakasını bırakmak, doğurmayıp soysuzlaşan burjuvayla uğraşmak gerekmez mi?
Eğer taze iş gücü ve genç nüfus lazımsa veriler ve yasal imkânlar iktidarın eli altındadır. Hiç çocuk doğurmayan zenginlere, yasal/hukuki zeminde yaptırımlar getirin; vergilerini artırın, miras mallarını kamulaştırın ya da astronomik gelirlerini çok çocuklu ailelere üleştirin…
Milyonlarca işsiz, kalifiyesiz; aç biilaç bekâr garibanının” sonunu bekleyen nedir?
Ben söyleyeyim: Hâlihazırda ve uzun vadede/gelecek planlaması olarak; liberal kapitalistlerin holdinglerine ucuz iş gücü ve büyük bir pazar projesidir…
Eğer hakkaniyetli bir nüfus politikası gerekiyorsa; önce askeri vesayet rejimiyle, sermayeyle ve etnik ideolojilerle ortaya çıkarılmış olan yapay siyasi sorunlar, hukuki yolla kalıcı şekilde çözülmelidir. Eğer ülke, gerçek güvenlik ve ekonomik yeterlilikle sağlıklı bir yönetime kavuşursa tüm canlılarda olduğu gibi spontane (doğal sürecinde) bir çoğalma gerçekleşir. Refah ve güven içinde olan bekarlar gençler evlenebilir hale gelirse; doğurmak için, birileri tarafından ikna edilmesine de gerek kalmayacak…
İslam dini gençlerin; iffetli/namuslu, eğitimi, yeteneği ve bunlara bağlı işiyle iyi bir kazancı olan aileler kurmalarını istiyor. Gençlerin zinaya meyletmemeleri için siyasilerden ve toplumdan; evlenebilmeleri için “sosyal ve ekonomik destek” istiyor…  Çocuklarının tüm ihtiyaçlarını ezilmeden, utanmadan helal kazancı ile karşılayan ebeveynler olsun istiyor. Kur’an, şerefli aileler kurulsun diyor; çocuk sayısını, gelecek kaygısı olmayan anne-babanın psikolojik rahatlığına/özgüvenine ve hür iradelerine bırakıyor. Doğurgan ve dayak yiyen bir kadın değil, mutlu anne istiyor. Onurlu babalar istiyor; ezik köleler değil!
Sahi, Başbakanın zihnindeki “çoğalma/üreme” dinsel bir kavram mı, yoksa “jeopolitik” mi? Bir bilen varsa bize de söylesin…
Aslında paradigma değiştiriliyor.
Başbakanımızı severim ama “liberal kapitalist demokrasisini” beğenmedim!
Ben diyorum ki; “İçimizdeki bekârları evlendirelim.” Böylece onlar zaten çocuk doğururlar, ısmarlama değil… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder